Suriye’de muhalefetin Halep’ten sonra Şam kapısına dayanması, YPG’nin de etkin olduğu Tel Rıfat’ı terk etmesi ve sıranın Münbiç’e gelmesi, bölgeyi de derinden etkileyecek yeni bir düzenin işareti. Türkiye bu yeni düzene hazırlandığının işaretini, Başkan Erdoğan‘ın “iç cepheyi güçlendirme” çağrısı ve MHP Lideri Devlet Bahçeli‘nin 22 Ekim’deki Öcalan çıkışıyla verdi.
Türkiye yarım yüzyıldır bu tür çıkışlarla “terörü” devre dışı bırakmaya çalışırken karşısına hep Suriye ve Öcalan ikilisi çıktı. Sorunun büyütülmesinde olduğu gibi büyük ihtimalle çözüme giden yol da bu ikili üzerinden açılacak. Bu türden ilk adımı 1993 yılında rahmetli Özal atmıştı. O tarihte bir grup gazeteciyle Bekaa Vadisi’ne gidip Öcalan’la görüşen gazeteciler arasında ben de vardım. Celal Talabani‘nin aracılık ettiği bu görüşme olumlu giderken, Özal‘ın vefatı ve PKK’nın Bingöl’de 34 askeri şehit etmesiyle bambaşka bir yöne evrildi ve kanlı bir dönem başladı.
Buna rağmen silahları devreden çıkarma çabaları bitmedi. Adres de hiç değişmedi: Suriye ve Öcalan. Bugün de sorunun odağında yine Suriye ve Öcalan var. Merak edilen de Öcalan’ın Suriye’deki gelişmelere paralel nasıl bir cevap vereceği…
Gerçekten çözüm süreçlerindeki gibi silahların bırakılması ve siyasetin önünün açılmasını mı isteyecek yoksa Suriye’de ABD’nin silahlandırdığı YPG’nin kabulünü mü dayatacak?
İşi hiç kolay değil… Bu soruların cevabını merak ederken, rahmetli Erbakan’ın başbakan olduğu 1995’te yine silahların bırakılması için çaba harcadığını ve araya aracılar koyarak sorunu çözmeye çalıştığını hatırladım. O günlerde silahların bırakılması için yoğun çaba harcayan isimlerden biri de kamuoyunda “İslamcı yazar” olarak tanınan İsmail Nacar‘dı. Nacar’ın girişimleri o günün gazete manşetlerinde yer almış ve çok tartışılmıştı. Ancak, “Gördüğüm Derin Devlet ve Neo Haşhaşi FETÖ” kitabında yer alan bir bölüm çok dikkat çekiciydi.
Nacar, o dönem milletvekili olan PKK’nın etkili isimlerinden Zübeyir Aydar‘la buluştuğu evde Öcalan’la telefonda görüşüyor ve şöyle diyor:
“Eğer siz ve arkadaşlarınız silahlarınızı bırakıp teslim olursanız, bu meselenin barışçıl yollardan çözümü kolaylaşabilir. Belki genel bir affın çıkarılması söz konusu olabilir.”
Öcalan’ın buna cevabı şaşırtıcı değil:
“Sayın Nacar, bunun mümkün olacağını düşünüyor musunuz? Teslim olduğum gün beni idam ederler. Madem teslim olmamı istiyorsunuz, o zaman idam yerini de söyleyin bu iş bitsin.”
Ama Nacar’ın ona verdiği cevap çok şaşırtıcı:
“Öyle olacağını sanmıyorum. Yarın dengeler değiştiğinde CIA ve MOSSAD kendi eliyle sizi Türkiye’ye teslim edebilir. Bu tarih öyle çok uzak bir tarih de değildir. Ondan önce siz inisiyatif alın…”
Öcalan bu öngörüyü ciddiye almaz ve kendi öngörüsünü söyler:
“Ben Ortadoğu denkleminde önemli bir aktörüm. Hiçbir güç beni teslim edemez.”
Gerçi 15 Şubat 1999’da Öcalan yakalanıp Türkiye teslim edildi ama köprülerin altından çok sular akmasına rağmen, şiddet ve terör devreden çıkmadığı için esas sorun da değişmedi.
Peki dün “büyük komplo”yla Öcalan’ı Türkiye’ye teslim eden, bugün ise YPG’ye açık destek veren ABD’ye Öcalan nasıl bakıyor? Suriye denkleminde ABD’yi nereye koyuyor?
Bu soruyu 90’lı yılların ortasında Öcalan’ın teslim edileceğini öngören Nacar’a sordum.
Cevabı kısa oldu: “Arkadaşlarına ABD’yle birlikte olma diye ısrar edecek.”
Ya da İmralı Notları’nda söylediğini mi tekrarlar: “ABD size ne verir ahmaklar.”
Belki de Suriye’deki gelişmelerin ışığında MHP Lideri Bahçeli’nin temennisine katılır: “Belki bugünden sonra Türkiye’nin prangaları tamamıyla kırılacaktır.”